11 Haziran 2014 Çarşamba

SEZONUN EN DEĞERLİLERİ

Özellikle son on yıldır İspanyol futbolunda güç dengelerinin net bir şekilde ayrıştığı ve bu dengelerinin ayrışması sonucu ligin bir düello haline geldiği ortada. Dünyanın en çok satan futbol oyunlarında bile kullanıcıların El Clasico'nun tarafları olan Barcelona ve Real Madrid'i çoğunlukla seçmesi bile bunun göstergesi. İşte tam bu sırada mali darboğazdan futbolcu satarak kurtulmaya çalışan bir kulübün yaptığı akıllıca hamleler sonucu nasıl bir tehdit olduğunu gördük. Adı Atletico Madrid olan bu tehdit 2013-2014 sezonunda da yılın takımı olmayı başarıyor.

Gregorio Manzano döneminde yaşanan kâbusu Diego Simeone ile atlatan başkent ekibi özellikle yine bu dönemde büyük başarılara imza attı. Kral Kupası, Süper Kupa ve UEFA Avrupa Ligi gibi organizasyonlarda kupayı müzesine götüren Atletico her zaman net bir oyun anlayışıyla sahada oldu ve bu anlayışa uygun oyuncularla başarıya ulaştı. Bu maharetli eller ise teknik direkör Diego Simeone'ye ait. Bu da Arjantinli teknik adamı yılın teknik direktörü yapıyor.


Özellikle bu sezon hem La Liga'da, hem Kral Kupası'nda, hem de Şampiyonlar Ligi'nde etkileyici performanslar imza attı Atletico. La Liga'da son maçta kazanılan şampiyonluğun önemi çok büyük aslında. Yıllardır bir hegemonyaya son veren bu şampiyonlukta defanstan hücuma herkesin çok büyük payı vardı. Takımın en golcüsü Diego Costa'dan genç file bekçisi Courtois'ya, altyapı ürünü Koke'den kaptan Gabi'ye herkesin emeğinin karşılığını aldığı bu şampiyonluk taraftara da ayrı bir gurur yaşattı. Kral Kupası'nda yarı finalde ezeli rakibi Real Madrid'e elenmenin yanı sıra son 2 dakikaya kadar önde girdiği Şampiyonlar Ligi finalinde dramatik bir şekilde ezeli rakibine mağlup olması taraftarını üzse de özellikle finale kadar sergilenen performans Atletico için umut verici.


Neredeyse bir sezonda tüm kupalara ambargo koyacak olan başkent ekibi umudunu ve hevesini artık gelecek sezonlar için koruyacak. Dümende Diego Simeone'nin bulunacağı bu takım futbol tarihinde yine unutulmazlara imza atacak kapasitede. Bakalım sezonların sezonları kovalayacağı futbol sahnesinde Atletico'nun başrolü ne kadar sürecek ?

Şüphesiz ki hepsini zaman gösterecek.

10 Haziran 2014 Salı

KORKUNÇ IVAN'DAN ŞAİR IVAN'A

16. yüzyıl, Rusya'nın Kırım üzerinde hak iddia etmeyi bırakın, Kırım'a vergi ödediği yüzyıl. İşte bu dönemde Rus Çarı Ivan, kurduğu kanlı egemenlik ve buna binaen inşa ettiği Opriçnina adı verilen idari sistemle nam salmış ve "Korkunç" lakabını almıştı.

Korkunç Ivan'ın 1584 yılındaki ölümünden yaklaşık 400 sene sonra Avrupa'nın sancılarının yeniden artmaya başladığı bir dönemde Avrupa'nın kasası olarak bilinen İsviçre'nin Rheinfalden şehrinde bir başka Ivan dünyaya gelir. Henüz çocukluğunda insanlık tarihinin en sancılı ayrılığını uzaktan izler. Bu ayrılık herhangi iki ebeveynin ayrılığına benzememektedir. Aksine yıllardır süren zoraki bir evliliğin kanlı bir ayrılığıdır. İnsanlar ölmekte, katliamlar yapılmakta ancak hiçbir suçlu cezasını çekmemektedir. Efsanevi futbolcu Zvonimir Boban'ın efsanevi isyanı gerçekleştiğinde iki yaşındadır küçük Ivan. Ancak yıllarca konuşulmaya devam edecek olan bu olaydan etkilenmiştir. Yönü ise artık nettir. Hayal, peşinden koşulmaya müsaittir.

Doksanların ikinci yarısı... Basel'de, kenarına köşesine çevresindeki ağaçların gölgesi düşen bir futbol sahası... Sarışın ve sıska bir çocuk, bir gün önce direğe nişanladığı topu onlarca kez boş kaleye atma çabasında. Saha kenarında ise bir çift göz... Çocuğu takip ederken derin düşüncelere dalmakta. Az bir zaman sonra sesleniyor çocuğa. Çocuk dönüyor ve bakıyor. Morali ise bozulmuş gibi duruyor. Yaklaşıyor. Endişesi sorusuna yansıyor:"Dünkü maçta atamadığım golden dolayı kızmadınız değil mi ?". "Hayır" diyor o bir çift gözün sahibi, "Altı üstü adi bir maçtı.Ama sen, ileride adi bir maçta gol atmaktan kat kat daha fazlasını yapabilirsin." diyor.Ardından tebessüm ediyor. ve çocuğun saçlarını okşuyor. Çocuğun yüzünde ise mahcup bir gülümseme. Teşekkür edip, evinin yolunun tutuyor.


Yıl 2008, aylardan haziran. Avusturya'nın medar-ı iftiharı Ernst Happel'in adının verildiği stadyum... Tribünlerde binlerce insan yürekleri ağızlarında, sahada fırfır dönen, durmadan koşan, ter döken 22 futbolcuyu izlemektedirler. Mavi formalılar, kırmızı formalılar karşısında bariz üstünlük kurmaktadırlar. Ancak istenen gol normal sürede gelmez ve maç uzar. Uzatma devresi de golsüz bitecek derken kırmızılıların Barcelona'da oynamış tecrübeli kalecisinin büyük hatasıyla mavililer golü bulur. Dakikalar 120'yi göstermektedir. Mavililer çılgınca sevinmekte,kırmızılılar ise derin bir üzüntü duymaktadırlar. Maçın dördüncü hakemi o sırada son uzatma devresine eklenen bir dakikayı anons etmektedir. Artık her şey neredeyse bitmiştir. Mavililer kazanmıştır maçı. Fakat futbol sadece uzatmalı tam 120 dakikanın oyunu değil, uzatmaya eklenen +1'lerin de oyunudur. Kırmızılıların tecrübeli kalecisi kendi yarı alanlarında kazanılan serbest vuruşla oyunu başlatır. Top havada süzülüp yavaş yavaş yere inmektedir. Top ilk savunma hattını geçer. Ardından kırmızılıların forveti topu çok zor kontrol ederr ve belki de kariyerinin en zor vuruşunu yapar ters ayağıyla. Ve bir bomba etkisi... Mavililerin kalecisi kıpırdayamaz bile. Top ağlarla buluşur. Maç tekrar eşitlenmiştir. Bir dakika önce gol sevincini yaşayan mavililer şimdi moralmen dibe çökmüştür. Başka atağa izin vermez hakem. Düdüğü çalar ve penaltılara gidileceğini ilan eder.

Mutluluğa 11 metre uzaklıktaki noktaya "penaltı" der futbol tanrıları. Bir nevi sırat köprüsüdür o 11 metre. Günahı fazla olanın değil, konsantre olamayanın geçemeyeceği o köprü mavililer ve kırmızılılar arasında kurulmuştur tekrar. Kırmızılılar attıkları son golün de moraliyle penaltıları gole çevirmiştir. Mavililerde ise bir penaltı kaçmıştır. Üçüncü penaltılar atılacaktır. Yıllar önce hocasının deyimiyle adi bir maçta golü kaçıran küçük çocuk bu sefer Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde penaltı denen sırat köprüsündedir. Adımlamaya başlar, topa vurur. Ancak futbol dramın bol olduğu bir oyundur. Bu köprüden Baggio'lar, Zico'lar bile zamanında geçememiştir. Küçük çocuk da geçemez, topu dışarı atar.Sonraki penaltılar da malumun ilamıdır. Mavililer tarihin dramatik yenilgilerinden birini tadarlar. Kırmızılılar ise buradan yarı finale yürür.

Ivan hayal kırıklığı ile geçen o yazdan sonra Almanya'nın en sıkı rekabetlerinden birinin yaşandığı Ruhr'a geri döner. Gelsenkirchen'in Dortmund ile olan rekabetinde tecrübe edinir. Kendisi gibi genç oyuncularla ve dünyanın saygısını kazanmış oyuncularla bir arada oynar. Farfan'ın koşu yoluna pas atar, Raul ile verkaç yapar. Neuer'e şut çeker. Sonuç olarak bir genç futbolcunun ihtiyaç duyduğu her şeyden faydalanır. Ancak 2011'de sözleşmesi konusunda yönetimle anlaşamayınca resti çeker ve bavulunu toplayıp uzaklara gider.


Bu sefer durağı Yahya Kemal'in adını eserine verdiği Endülüs'tür. 2011'in Ocak ayında geldiği Sevilla şehrine uyum sağlaması biraz zaman alır. Skora katkısı fazla olmasa da oyunu yönlendirmesi ve hareketleriyle net bir profil koyar ortaya. Sevilla kulübünün tasarruf devri anlayışı içerisinde takıma para kazandırarak giden Navas, Negredo, Kondogbia ve Medel; yüksek maaşları nedeniyle takımdan ayrılan Kanoute, Fabiano, Romaric gibi isimlerin ardından takımda liderlik görevini devralır ve kaptanlığı da üstlenir.

Geride bırakalı çok olmayan 2013-2014 sezonunda ise deyim yerindeyse "şiir gibi oynadı" Ivan. Takımını bir maestro gibi yönetti. Saha kenarındaki asıl yönetici Unai Emery'nin sahadaki gölgesi oldu. Ceza sahasında can havliyle top kesen oyuncu da oldu, attığı ara pasla takım arkadaşını golle buluşturan oyuncu da. Sonuçta gerçekten bir maestro olduğunu gösterdi. Oyun görüşüyle, paslarıyla, özellikle bu sezon ölümcül hale gelen şutlarıyla, duran top becerisiyle muazzam bir örnek teşkil etti. 15 gol,18 asistlik istatistikleriyle takımının bu sezonki UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğunun da mimarı oldu. Bu sezon Ramon Sanchez Pizjuan'da oynanan her maç öncesinde ismi anons edildiğinde tribünlerin "Ole" nidalarıyla selamladığı Ivan için söylenecek fazla bir şey yok. Oynadığı her maçta taraftarın kalbini kazanmaya, bundan sonra da Şair Ivan olarak şiir gibi oynamaya devam edecektir.



       "Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
      Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Ole!" "

9 Haziran 2014 Pazartesi

GERİ DÖNERKEN...

Futbol tarihinde çok önemli bir yer kaplar geri dönüşler. Umutların bittiği yerde mucizelerin başlattığı çok özel anlardır onlar. Bu sebeple ki hiç unutulmazlar. 2008'deki Türk Milli Takımı'nın İsviçre,Çek Cumhuriyeti ve özellikle Hırvatistan maçlarındaki geri dönüşleri, Manchester United'ın 1999'daki Şampiyonlar Ligi finali geri dönüşü, Manchester'ın mavisi City'nin Queens Park Rangers maçındaki şampiyonluk dönüşü en çok akıllarda kalanlardan...

Blogda neredeyse bir senedir de yeni yazı yoktu maalesef. Thierry Henry'nin İrlanda'yı 2010 Dünya Kupası'ndan eden "emek hırsızlığı" misali bir terslik oldu ve blog yalnız kaldı. Ardından da yeni yazılar için bir boşluk oluştu ve en azından bir yerden başlamak ve devam etmek düşüncesi ile bu yazı oluştu.

Sezonun takımı, sezonun oyuncusu, sezonun teknik adamı, artık başlamasına iki gün olan 2014 Dünya Kupası, sezon içinde gidenler-gelenler ve olanlar-bitenler... Hepsinin şu iki-üç gün içinde blogda olacağı ise önemli bir temenni.

Geri dönüş, İstanbul'daki unutulmaz finalin kazananı Liverpool gibi olsun.

25 Temmuz 2013 Perşembe

ZORUNLU AYRILIKLAR

Futbol,dünya üzerinde en fazla ilgi çeken ve yapılan spordur.Gerek amatör,gerekse profesyonel anlamda;kimi zaman 5-10 kişinin önünde,kimi zaman stadyumdaki binlerce kişinin,ekran başındaki milyonların önünde icra edilir.Taraftarları kimi zaman üzer,kimi zaman sevindirir.Kimi zaman sıkar,kimi zaman keyiflendirir.Dünya üzerindeki en popüler sporun genel özellikleri böyledir.Futbol,sahada ter döken,90 dakika boyunca mücadele eden insanların kimi zaman canları pahasına,kimi zaman ise futbol hayatlarını tehlikeye atmasıyla daha da genişler,boyut kazanır.Bu yazının konusu da,hüzün veren,ağlatan ölümler değil ;sakatlık sebebiyle uzun süre forma giyememişlerdir.

Bir dönem Manchester United ve Tottenham formaların da giymiş olan Premier League'in,hiperaktif forvetlerinden Fraizer Campbell,Sunderland ile sözleşmesinin bulunduğu 3.5 senede sadece 58 maçta forma giymiş ve 6 gol kaydedebilmişti.2010-2011 sezonuna başlarken Manchester City maçında başgösteren ön çapraz bağlarındaki sakatlık nedeniyle 6 ay sahalardan uzak kalmış,2011'nin Mart ayında sahalara geri dönmüştü.Ancak bir ay sonra yine bir Manchester City maçında sakatlığı nüksetmişti.Beklenen sakatlık raporu açıklandığında acı gerçek ortaya çıkmıştı.Campbell 10 ay daha sahalardan uzak kalacaktı.Bir futbolcu için en büyük yıkımlardan biri de bu olsa gerekti.Campbell,sakatlığından sonra verdiği bir röportajda ise,ailesinin bu konuda kendisine çok yardım ettiğini ifade etmişti.

Kerlon adında bir futbolcuyu hatırlayanınız var mı artık ? Hani kafasıyla top sürüp,gol atan şu bücür çocuk ? Hala hatırlayamadınız mı ? O zaman yardımcı olalım.


Menajerlik oyunlarında zamanın "wonderkid" ünvanını elde etmiş,sıradışı yeteneklere sahip bir oyuncuydu Kerlon.Cruzeiro'dan,İnter'e kadar uzanan peri masalı çok ama çok kısa sürdü.Videoda örnekleri görülen "Foquinha" driplinglerini yaparken dizlerini diğer futbolculara tekmeleten Kerlon,İnter'de sözleşmesinin bulunduğu dört yılda,dört farklı takıma kiralanmış,bu dört sezonda oynadığı beş maçta da gol atamamıştı.Foquinha meraklısı Kerlon'un İnter macerası ise maç oynayamadan bitmişti.Bir sene içinde yedi kez aynı dizinden ameliyat olan Kerlon,daha sonra verdiği bir demeçte futbolu bırakmayı ve kendine yeni bir meslek aramayı düşündüğünü,ancak ailesinin ısrarıyla yeniden futbola döndüğünü belirtir.Şimdilerde ise Japonya 3.Lig ekiplerinden Fujieda forması giyen Kerlon,zaman zaman Japonya'daki televizyon şovlarında Foquinha yapan Kerlon,Fujieda'da 8 gol ve 7 asistlik bir perfomans ortaya koydu.Sözleşmesi bu sezon sonunda bitecek olan Kerlon'un en büyük umudu ise kendisinin yanı sıra,İbrahimovic,Pogba,Assaidi,Hamsik ve Balotelli gibi oyuncuların menajerliğini yapan Mino Raiola.

İtalya'da aralıksız olarak 18 sene forma giyen,futbol fenomeni haline gelmiş,profesyonelliğin ve iş ahlakının ender portrelerinden biri olan Javier Zanetti ise sevenlerine kara haberi 28 Nisan 2013 tarihinde verdi.Yıllardır defansa ve orta sahaya yapılan takviyelere rağmen formasını kaptırmayan,gelen oyuncuları yedek kulubesine gönderen deneyimli oyuncu,o gün oynanan Palermo maçında,bir başka deneyimli defans oyuncusu olan Salvatore Aronica ile girdiği ikili mücadeleden sakatlanarak çıkınca herkesin yüreği ağzına gelmişti.Zira 39 yaşındaki bir oyuncunun yaşayacağı olası bir sakatlık,kariyerini muhakkak ki etkileyecekti.Nitekim korkulan oldu ve İnter kulubü yaptığı yazılı açıklamada,Zanetti'nin aşil tendonunun parçalandığını açıkladı.Bu haber "Traktör" lakaplı oyunucunun yaklaşık 7 ay sahalardan uzak kalacağının sinyaliydi.Daha sonra sakatlık süreciyle ilgili açıklamalarda da bulunan Zanetti,bir maç dahi olsa oynamak istediğini belirtmiş,Roma'nın efsanesi Francesco Totti ise bu açıklamaya şöyle destek vermişti:"Zanetti,çabuk iyileş.Seni ilk Roma-İnter maçına bekliyorum.Seromonide flamaları senden başkasıyla değişmem".


Bu yaz Monaco'ya transfer olan Eric Abidal ise kanseri yenip gelenlerden.2011'in Mart ayında karaciğerinde tümör olduğunu öğrenmiş,aynı yılın mayıs ayında ise Wembley'de oynanan finalin sonunda Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırarak,Avrupa'nın en büyüğü olmuştu.Dahası da var.Ertesi sezonun ocak ayında ise kariyerinin üçüncü golünü Real Madrid'e atarak,Barcelona'ya bir El Clasico zaferiyle daha dönmüştü.Ancak mart ayında karaciğer nakli olacağı açıklandıktan sonra,futbola ara verdiğini hayli duygu yüklü,kısacık bir demeçle vermişti.Aradan tam bir yıl geçtikten sonra 29 Mart'ta ki Celta Vigo maçının 18 kişilik kadrosuna alınmıştı..Ertesi hafta oynanan Mallorca maçının ikinci yarısında saha kenarında ısınmaya çıkarken Nou Camp'ta bulunan 90 bin futbolseverin alkışlarıyla moral buldu.Çok geçmedi,saha kenarında yeniden gözüktü.Ama bu sefer maçın dördüncü hakeminin yanındaydı.Dakikalar 70'i gösterirken,tabela azimli 22 numaranın,Pique'nin yerine oyuna gireceğini bildirmekteydi.Büyük bir alkış ve tezahürat tufanı altında oyun girdi Abidal.Ayağına aldığı her topta alkış tufanı daha da büyüdü.Maç sonunda ise gözyaşlarını tutamıyordu.Teşekkür ediyordu Abidal,elinden geldiğince.Olanca saf duygu ve düşünceleriyle.Hiçbir art niyet olmadan.Futbol güzel olmalıydı ona göre.Evet,futbol güzel oyundu,güzel hikayelere sahip oldukça daha da güzelleşecek bir oyun.


Türk futbolunun önemli kulüplerinden Beşiktaş ise son iki sezondur,uzun süreli sakatlıklarla uğraşmakta.2010-2011 sezonuna yaptığı flaş transferler ile giren Beşiktaş'ta sakatlıklar serisi,Manchestester United takımından transfer edilen,Portekizli genç oyuncu Bebe ile başladı.Portekiz U-21 milli takımındayken,Slovakya ile oynanan maçta sol diz ön çapraz bağlarında yaşadığı yırtık sebebiyle 6 ay sahalardan uzak kalmış,ancak rehabilitasyon süreci ve geri dönüşü ile birlikte sezonu kapatmış,sadece dört maçta forma giyebilmişti.Aynı sezonun ortalarında ise Ersan Gülüm,Trabzonspor ile oynanan kupa maçında aynı sakatlığı yaşamış ve 6 ay sahalardan uzak kalmıştı.2011-2012 sezonu hazırlık kampında ise Ersan,aynı yerden nükseden sakatlığından dolayı bir 6 ay daha oynayamamıştı.Ancak aksilikler bitecek gibi değildi.Milli takıma giden ve oynadığı Bulgaristan karşılaşmasının 40.dakikasında sakatlanan İsmail Köybaşı,Ersan ve Bebe ile aynı kaderi paylaştı ve sol diz ön çapraz bağlarında yaşadığı kopmadan dolayı 6 ay sahalardan uzak kaldı.Genç oyuncu,kasım ayında aynı dizinden bu sefer darbeye bağlı bir sakatlık yaşadı ve sezonu kapattı.
2012-2013 sezonunun ikinci haftasında Galatasaray ile oynanan maçta ise Mustafa Pektemek sağ diz ön çapraz bağlarındaki kopma sebebiyle 6 ay forma giyemedi.Sezonun sonlarına doğru formasına kavuşan Mustafa Pektemek sezonu başka bir sakatlık yaşamadan bitirdi.Aynı sezonun ortasında ise Uğur Boral,idmanda sağ diz ön çapraz bağlarından sakatlandı ve sezonu kapattı.Kadrosunda Gökhan Süzen'in de gelişiyle kadrosunda dört sol bek bulunduran Beşiktaş'ta teknik direktör Samet Aybaba,Süzen'in de cezalı ve sakat olduğu maçlarda,sezon başında takımdan gitmediği için kadro dışı bıraktığı Emre Özkan'ı oynatmak zorunda kaldı.Beşiktaş bu sakatlık kabuslarından kurtulamamıştı.Öyle ki Samet Aybaba ve ekibi yaptıkları yazılı açıklamada "2012-2013 sezonunda Mehmet Akgün,Uğur Boral,Manuel Fernandes,Necip Uysal,Hugo Almeida,İsmail Köybaşı ve Mustafa Pektemek uzun süreli sakatlıklar geçirmişlerdir." ifadesini kullanmışlardı.

Sakatlıklar,futbolcularda en fazla etki gösteren,yıpratan bir talihsizliktir.Bilhassa uzun süreli sakatlıklar oldukça sabır ve psikolojik güç ister.Mental anlamda güçsüz oyuncular ise sakatlıklardan daha fazla nasibini alır.Futbol kulüpleri ise bu sakatlık problemlerini çözmekle yükümlüdürler.Futbolcu her ne kadar sözleşmeye imza atmış olsa da,kulüp futbolcunun sağlığını ve güvenliğini sağlamak zorundadır.

Umut ederiz ki;sakatlanan her bir futbolcu elbet bir gün sahalara döner.Ve umarı ki bu futbolcular,zim ve hırsın en güzel örneklerini sergilemeye devam ederler.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

ÖĞRENDİK Kİ...

2012-2013 sezonu biterken,hem Türkiye'de,hem Avrupa'da çok şey öğrenmiş bulunmaktayız.Koca bir sezonda yaşanan olaylar,neyin ne olduğunu,ne olmadığını bize yine gösterdi.

Öğrendik ki;transfer çılgınlığı olmadan da ligde kalınabiliyormuş.Bir yanda az ama öz transferle belki de tarihin en sempati duyulan takımı,36 puanla ligde biraz olsun rahatlayan Akhisar,bir yanda ise iki transfer döneminde toplam 13 oyuncu transfer eden 3.hocasını da gönderme eşiğinde olup ancak 21 puan toplayabilen Mersin İdmanyurdu.

Öğrendik ki;rehavet başarının en büyük katilidir.6.haftada Galatasaray'ı harika bir oyunla 2-0 mağlup eden,bu maçtan sonra Avrupa kupaları hedefi koyan Orduspor,32.hafta itibariyle 29 puanla 17.sırada bulunuyor.Medyanın "Cuper'in Ordusu',"İkinci Dortmund" gibi başlıklar ile övdüğü Orduspor,eğer çok büyük bir mucizeye imza atmazsa gelecek sezon PTT 1.Lig'de mücadele edecek.

Öğrendik ki;futbolda umut her zaman vardır,sonucu ne olursa olsun.İstanbul'da son 30 dakika Real Madrid'e cehennnemi yaşatan takım Galatasaray'dı.Cehennemi yaşayan aynı Real Madrid bir sonraki turda Borussia Dortmund CEO'su Han-Joachim Watzke'yi banyoya kilitletmeyi,kulübedeki herkese dua ettirmeyi başarmıştı.

Öğrendik ki;çok kıymetli olanlar bir gün arıza yapabilirler.Virüsleri durduracak anti-virüsler her zaman vardır.Barcelona'nın Bayern Münih eşleşmesinde atamadan yediği 7 golün,Real Madrid karşısında bu sezon kazanamamasının başka bir açıklaması yok çünkü.

Öğrendik ki;yeniden toparlanmak,kaybetmekten korkmamak,büyük başarıların habercisidir.Juventus'un Calciopoli'den sonra küme düşmesi ve iki sezondur şampiyonluğu kimseye vermemesi,saha içindeki kurmay kadronun seviyesi (Buffon,Chiellin,Pirlo),neyin nasıl olması gerektiğini açıklıyor.

Biliyoruz ki;gelecek sezonda öğreneceğimiz çok şey olacak.Sezonlar,sezonları kovalayacak.Ancak öğrenilecek çok şeyin olduğu unutulmayacak.


27 Nisan 2013 Cumartesi

GALİBA YİNE SEYİRCİYİZ !!!

Sene 1954...Türkiye A Milli Futbol Takımı,1954 Dünya Kupası elemelerini geçmiştir.Dört sene önce parasızlıktan dolayı katılamadığı turnuvaya tarihinde ilk kez katılmanın peşindedir.Artık bu yoldaki tek engel İspanya ile oynanacak baraj maçlarıdır.İlk maçta deplasmanda 4-1'lik skorla yenilen A Milli Futbol Takımı,rövanşta İstanbul'da İspanya'yı "canavar" lakaplı Burhan Sargın'ın golüyle 1-0 mağlup eder.Dönemin kurallarında averaj hesabı olmadığı için,tarafsız sahada üçüncü bir maç oynanacaktır.O maçta da Suat Mamat'ın ve Burhan Sargın'ın golleri 2-2'lik beraberliği sağlar.Bu maçından berabere bitmesinden sonra,yazı-tura atılarak,turnuvaya katılacak son ekibi belirlenir.Türkiye bu talih oyununu kazanır ve tarihinde ilk kez Dünya Kupası'na katılma başarısını gösterir.Dünya Kupası'nda da Türkiye adına tarihte ilk kez hat-trick yapan futbolcu olur.7-0'lık Güney Kore maçında gerçekleşen bu hat-trick Burhan Sargın'ın A Milli Futbol Takımı'nın makus talihini yenmek için adılan ilk adım olur.Ancak daha önce mağlup olunan Batı Almanya'ya yeniden mağlup olunur ve Türkiye turnuvadan elenir.

Yukarıdaki satırlar,89 senelik bir ülkenin futbolda katılma hakkı kazandığı ilk önemli futbol turnuvasının kısa bir öyküsüdür.Aradan geçen 60 senede 1996,2000 ve 2008'de oynanan Avrupa Şampiyonaları ve 2002 Dünya Kupası hikayeleri vardır sadece.Bugün geldiğimiz nokta ise biraz farklı.Artık biraz daha geri dönüp bugüne gelebiliriz.

2011 sonbaharını Türk futbolseverler için daha da bir hüzünlü kılan yegane şey Hırvatistan karşısında alınan mağlubiyet ve hemen akabinde bir Avrupa Şampiyonası'na da seyirci olarak katılmaktır.Bu moral bozucu sonuçlardan sonra ise Beşiktaş'ta başkanlığı boyunca çok yararlı işler(!) yapan Yıldırım Demirören liderliğindeki TFF ise teknik direktörlük görevine Abdullah Mucip Avcı'yı getirir.Her şey toz pembe olmakla beraber kısmi olarak da eleştiriler vardır.Şubat 2012'de Slovakya karşısında alınan mağlubiyet moralleri bozmazken,Bahar aylarında oynanan FIFA sıralamasında bizden hayli geride bulunan Bulgaristan,Gürcistan gibi takımlara karşı alınan galibiyetler bir koz olarak Avcı ve TFF'nin eline geçerken Portekiz ve Ukrayna maçları,bu kozu daha etkin hale getirir.Eylül 2012'de Hollanda ile oynanacak maç öncesi basın toplantısında "Hedefimiz eşik atlamak,yani grup birinciliği" diyen Abdullah Avcı şüphesiz maç öncesi çok umutluydu.Ancak unuttuğu bir şey vardı:İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da görev alırken,umut verdiği kişiler onlarla ifade edilirken,şimdi umut verdiği kişiler milyonlarla ifade edilmekteydi.Hollanda'nın Euro 2012 rezaleti bu durumu,bu iddiayı destekliyor gibi duruyordu.Ancak alınan 2-0'lık mağlubiyetten sonra bir Selçuk İnan krizi yaşayan A Milli Takım,Estonya'yı 3-0 ile geçince,biraz nefeslenme şansı buldu.Bir ay sonra oynanacak Macaristan ve Romanya maçları öncesi altı puana kilitlenen Abdullah Avcı,bu maçlarda alınan mağlubiyetlerle rüyadan uyandı.Mart ayına kadar olan 5 aylık zamanda Danimarka ile 0-0 berabere kalan,Çek Cumhuriyeti'ne 2-0 yenilen A Milli Takım,mart ayına girerken pek umut vermiyordu açıkçası.Mart ayına ya tamam,ya devam parolasıyla giren A Milli Takım Andorra'yı güç bela geçerken,Macaristan ile son derece dramatik bir şekilde berabere kaldı.

Yiğit Özgür'ün hayli zaman önce çizdiği şu karikatür bu durumu özetliyor diyebiliriz.



Anlaşılıyor ki 2014'te Brezilya'da düzenlenecek Dünya Kupası'na yine seyirci olarak gideceğiz!!!

5 Şubat 2013 Salı

SABIR


"*İŞBU YAZI YEDEKLERE VE YEDEK KALANLARA İTHAF EDİLMİŞTİR."

Futbol,her zaman büyük bütçeli transferler doğuran,büyük oyuncular yetiştiren evrensel bir müessesedir.Yıldız oyuncuların yanında ,işçi oyuncuların da çalıştığı futbol  11 kişiden fazlasıyla oynanır.Kimi zaman ateşli bir taraftarın desteğiyle,kimi zaman motivasyonu tam anlamıyla sağlayan babacan antrenörler ile,kimi zaman ise oyuna sonradan giren,iki kişilik oynayan altın yedeklerle.Altın yedekler genellikle hücum oyuncusudur.Maçı attığı gol veya goller ile kurtarır.Ancak altın yedeğin oyuna girdiği yerde,yedek kulübesinde ondan başka altı oyuncu daha vardır.Bir maçta bu  yedi oyuncudan en fazla üçü oyuna girebilir.Diğer dört oyuncu da başka maçlarda şans bulma ümidiyle çalışmalara devam eder.Ancak bazen,bir oyuncu ne kadar iyi oynasa da yedek kalmak zorunda kalır.Bir bakıma yedek kulübesine hapsolur.Çünkü teknik kadronun elinde kağıt üstünde çok daha iyi oyuncular vardır,onlar kullanılır.

Ole Gunnar Solskjaer,ya da lakabıyla “bebek yüzlü katil”,Manchester United kulübünün altın yedeğiydi.Oyuna sonradan girdikten sonra gollerini sıralayabilen,yedek kalmayı sorun etmeyen,aslında yeriyle kendini özdeşleştirmiş bir oyuncuydu.Futbolu bıraktıktan sonra  ülkesinde Molde FK’nın başına geçen Solskjaer,yaşadığı şampiyonlukların ardından verdiği bir röportajda Manchester United günlerine atıfta bulunarak,”Manchester United kulübü bana bir oyuncu olma fırsatı verdi.Alex Ferguson ise bana oyunculuk fırsatından daha fazlasını verdi.Diyebilirim ki,Alex Ferguson beni oyunculuk günlerimden itibaren beni buraya hazırlayan kişidir.O olmasaydı bugün Molde başka bir teknik adamla şampiyon olabilirdi.Ancak ben bir televizyon kanalında Molde’nin şampiyonluğunu değerlendiriyor olurdum.”

Peki ya Aykut Erçetin ? Galatasaray’ın kapısından içeri gireli tam 10 yıl oldu 2013 itibariyle.10 yıldır,Mondragon,Orkun Usak,Morgan De Sanctis,Leo Franco,Ufuk Ceylan,Robinson Zapata ve Fernando Muslera’nın arkasında yedek bekleyen bir kaleci Aykut Erçetin.Şampiyonlukla biten 2007-2008 sezonu Aykut Erçetin’in en fazla maç oynadığı sezondu.On yılda çok az sayıda maça çıkan ve üç şampiyonluk gören Aykut Erçetin halâ Fernando Muslera’nın arkasında yedek beklemekte.Otuz yaşın verdiği tecrübeyle karışık sabır,onun en büyük dayanağı denilebİlir.

Fenerbahçe’nin 1999 yılında yaşadığı Pendikspor hezimetinde 18 kişilik kadroda ismi geçen genç bir oyuncuydu Semih Şentürk.O zamandan beri,tam 14 yıldır Fenerbahçe’de top koşturmasına,bir kez gol kralı olmasına,çok kritik maçlarda kritik goller atmasına rağmen hiçbir zaman kurulan o klasik maç kadrolarında ismini göremedi.Sırasıyla;Kenneth Anderson,Pierre Van Hooijdonk,Serhat Akın,Mert Nobre,Nicolas Anelka,Mateja Kezman,Deivid de Souza,Daniel Guiza,Moussa Sow,Henri Bienvenu,Dirk Kuyt,Pierre Webo gibi forvetlerin arkasında yedek bekledi  Semih Şentürk.Otuz yaşına bastığı 2012 yılında bile halâ “Genç  Semih” namıyla anılıyordu.Artık o da bu duruma daha fazla dayanamıyordu.Eşi twitter hesabından yazdıklarıyla bunu doğruluyordu.Sabır taşı olsa çatlardı,diyeceğimiz bu durumda elimizden gelen sadece Semih Şentürk’e “sabır “ dilemek.

Yukarıdaki üç örnekte görüldüğü üzere,futbol yıldızların,işçilerin ve yedeklerin oyunu.Bu oyunda as kadroda olmak da var,yedek kulübesine hapsolmak da.Genellikle güreş müsabakalarında söylenegelen “alta düştüm diye yerinme,üste çıktım diye sevinme”  lâfı,futbol için de geçerlidir diyebiliriz artık.