Özellikle son on yıldır İspanyol futbolunda güç dengelerinin net bir şekilde ayrıştığı ve bu dengelerinin ayrışması sonucu ligin bir düello haline geldiği ortada. Dünyanın en çok satan futbol oyunlarında bile kullanıcıların El Clasico'nun tarafları olan Barcelona ve Real Madrid'i çoğunlukla seçmesi bile bunun göstergesi. İşte tam bu sırada mali darboğazdan futbolcu satarak kurtulmaya çalışan bir kulübün yaptığı akıllıca hamleler sonucu nasıl bir tehdit olduğunu gördük. Adı Atletico Madrid olan bu tehdit 2013-2014 sezonunda da yılın takımı olmayı başarıyor.
Gregorio Manzano döneminde yaşanan kâbusu Diego Simeone ile atlatan başkent ekibi özellikle yine bu dönemde büyük başarılara imza attı. Kral Kupası, Süper Kupa ve UEFA Avrupa Ligi gibi organizasyonlarda kupayı müzesine götüren Atletico her zaman net bir oyun anlayışıyla sahada oldu ve bu anlayışa uygun oyuncularla başarıya ulaştı. Bu maharetli eller ise teknik direkör Diego Simeone'ye ait. Bu da Arjantinli teknik adamı yılın teknik direktörü yapıyor.
Özellikle bu sezon hem La Liga'da, hem Kral Kupası'nda, hem de Şampiyonlar Ligi'nde etkileyici performanslar imza attı Atletico. La Liga'da son maçta kazanılan şampiyonluğun önemi çok büyük aslında. Yıllardır bir hegemonyaya son veren bu şampiyonlukta defanstan hücuma herkesin çok büyük payı vardı. Takımın en golcüsü Diego Costa'dan genç file bekçisi Courtois'ya, altyapı ürünü Koke'den kaptan Gabi'ye herkesin emeğinin karşılığını aldığı bu şampiyonluk taraftara da ayrı bir gurur yaşattı. Kral Kupası'nda yarı finalde ezeli rakibi Real Madrid'e elenmenin yanı sıra son 2 dakikaya kadar önde girdiği Şampiyonlar Ligi finalinde dramatik bir şekilde ezeli rakibine mağlup olması taraftarını üzse de özellikle finale kadar sergilenen performans Atletico için umut verici.
Neredeyse bir sezonda tüm kupalara ambargo koyacak olan başkent ekibi umudunu ve hevesini artık gelecek sezonlar için koruyacak. Dümende Diego Simeone'nin bulunacağı bu takım futbol tarihinde yine unutulmazlara imza atacak kapasitede. Bakalım sezonların sezonları kovalayacağı futbol sahnesinde Atletico'nun başrolü ne kadar sürecek ?
Şüphesiz ki hepsini zaman gösterecek.
11 Haziran 2014 Çarşamba
10 Haziran 2014 Salı
KORKUNÇ IVAN'DAN ŞAİR IVAN'A
16. yüzyıl, Rusya'nın Kırım üzerinde hak iddia etmeyi bırakın, Kırım'a vergi ödediği yüzyıl. İşte bu dönemde Rus Çarı Ivan, kurduğu kanlı egemenlik ve buna binaen inşa ettiği Opriçnina adı verilen idari sistemle nam salmış ve "Korkunç" lakabını almıştı.
Korkunç Ivan'ın 1584 yılındaki ölümünden yaklaşık 400 sene sonra Avrupa'nın sancılarının yeniden artmaya başladığı bir dönemde Avrupa'nın kasası olarak bilinen İsviçre'nin Rheinfalden şehrinde bir başka Ivan dünyaya gelir. Henüz çocukluğunda insanlık tarihinin en sancılı ayrılığını uzaktan izler. Bu ayrılık herhangi iki ebeveynin ayrılığına benzememektedir. Aksine yıllardır süren zoraki bir evliliğin kanlı bir ayrılığıdır. İnsanlar ölmekte, katliamlar yapılmakta ancak hiçbir suçlu cezasını çekmemektedir. Efsanevi futbolcu Zvonimir Boban'ın efsanevi isyanı gerçekleştiğinde iki yaşındadır küçük Ivan. Ancak yıllarca konuşulmaya devam edecek olan bu olaydan etkilenmiştir. Yönü ise artık nettir. Hayal, peşinden koşulmaya müsaittir.
Doksanların ikinci yarısı... Basel'de, kenarına köşesine çevresindeki ağaçların gölgesi düşen bir futbol sahası... Sarışın ve sıska bir çocuk, bir gün önce direğe nişanladığı topu onlarca kez boş kaleye atma çabasında. Saha kenarında ise bir çift göz... Çocuğu takip ederken derin düşüncelere dalmakta. Az bir zaman sonra sesleniyor çocuğa. Çocuk dönüyor ve bakıyor. Morali ise bozulmuş gibi duruyor. Yaklaşıyor. Endişesi sorusuna yansıyor:"Dünkü maçta atamadığım golden dolayı kızmadınız değil mi ?". "Hayır" diyor o bir çift gözün sahibi, "Altı üstü adi bir maçtı.Ama sen, ileride adi bir maçta gol atmaktan kat kat daha fazlasını yapabilirsin." diyor.Ardından tebessüm ediyor. ve çocuğun saçlarını okşuyor. Çocuğun yüzünde ise mahcup bir gülümseme. Teşekkür edip, evinin yolunun tutuyor.
Yıl 2008, aylardan haziran. Avusturya'nın medar-ı iftiharı Ernst Happel'in adının verildiği stadyum... Tribünlerde binlerce insan yürekleri ağızlarında, sahada fırfır dönen, durmadan koşan, ter döken 22 futbolcuyu izlemektedirler. Mavi formalılar, kırmızı formalılar karşısında bariz üstünlük kurmaktadırlar. Ancak istenen gol normal sürede gelmez ve maç uzar. Uzatma devresi de golsüz bitecek derken kırmızılıların Barcelona'da oynamış tecrübeli kalecisinin büyük hatasıyla mavililer golü bulur. Dakikalar 120'yi göstermektedir. Mavililer çılgınca sevinmekte,kırmızılılar ise derin bir üzüntü duymaktadırlar. Maçın dördüncü hakemi o sırada son uzatma devresine eklenen bir dakikayı anons etmektedir. Artık her şey neredeyse bitmiştir. Mavililer kazanmıştır maçı. Fakat futbol sadece uzatmalı tam 120 dakikanın oyunu değil, uzatmaya eklenen +1'lerin de oyunudur. Kırmızılıların tecrübeli kalecisi kendi yarı alanlarında kazanılan serbest vuruşla oyunu başlatır. Top havada süzülüp yavaş yavaş yere inmektedir. Top ilk savunma hattını geçer. Ardından kırmızılıların forveti topu çok zor kontrol ederr ve belki de kariyerinin en zor vuruşunu yapar ters ayağıyla. Ve bir bomba etkisi... Mavililerin kalecisi kıpırdayamaz bile. Top ağlarla buluşur. Maç tekrar eşitlenmiştir. Bir dakika önce gol sevincini yaşayan mavililer şimdi moralmen dibe çökmüştür. Başka atağa izin vermez hakem. Düdüğü çalar ve penaltılara gidileceğini ilan eder.
Mutluluğa 11 metre uzaklıktaki noktaya "penaltı" der futbol tanrıları. Bir nevi sırat köprüsüdür o 11 metre. Günahı fazla olanın değil, konsantre olamayanın geçemeyeceği o köprü mavililer ve kırmızılılar arasında kurulmuştur tekrar. Kırmızılılar attıkları son golün de moraliyle penaltıları gole çevirmiştir. Mavililerde ise bir penaltı kaçmıştır. Üçüncü penaltılar atılacaktır. Yıllar önce hocasının deyimiyle adi bir maçta golü kaçıran küçük çocuk bu sefer Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde penaltı denen sırat köprüsündedir. Adımlamaya başlar, topa vurur. Ancak futbol dramın bol olduğu bir oyundur. Bu köprüden Baggio'lar, Zico'lar bile zamanında geçememiştir. Küçük çocuk da geçemez, topu dışarı atar.Sonraki penaltılar da malumun ilamıdır. Mavililer tarihin dramatik yenilgilerinden birini tadarlar. Kırmızılılar ise buradan yarı finale yürür.
Ivan hayal kırıklığı ile geçen o yazdan sonra Almanya'nın en sıkı rekabetlerinden birinin yaşandığı Ruhr'a geri döner. Gelsenkirchen'in Dortmund ile olan rekabetinde tecrübe edinir. Kendisi gibi genç oyuncularla ve dünyanın saygısını kazanmış oyuncularla bir arada oynar. Farfan'ın koşu yoluna pas atar, Raul ile verkaç yapar. Neuer'e şut çeker. Sonuç olarak bir genç futbolcunun ihtiyaç duyduğu her şeyden faydalanır. Ancak 2011'de sözleşmesi konusunda yönetimle anlaşamayınca resti çeker ve bavulunu toplayıp uzaklara gider.
Bu sefer durağı Yahya Kemal'in adını eserine verdiği Endülüs'tür. 2011'in Ocak ayında geldiği Sevilla şehrine uyum sağlaması biraz zaman alır. Skora katkısı fazla olmasa da oyunu yönlendirmesi ve hareketleriyle net bir profil koyar ortaya. Sevilla kulübünün tasarruf devri anlayışı içerisinde takıma para kazandırarak giden Navas, Negredo, Kondogbia ve Medel; yüksek maaşları nedeniyle takımdan ayrılan Kanoute, Fabiano, Romaric gibi isimlerin ardından takımda liderlik görevini devralır ve kaptanlığı da üstlenir.
Geride bırakalı çok olmayan 2013-2014 sezonunda ise deyim yerindeyse "şiir gibi oynadı" Ivan. Takımını bir maestro gibi yönetti. Saha kenarındaki asıl yönetici Unai Emery'nin sahadaki gölgesi oldu. Ceza sahasında can havliyle top kesen oyuncu da oldu, attığı ara pasla takım arkadaşını golle buluşturan oyuncu da. Sonuçta gerçekten bir maestro olduğunu gösterdi. Oyun görüşüyle, paslarıyla, özellikle bu sezon ölümcül hale gelen şutlarıyla, duran top becerisiyle muazzam bir örnek teşkil etti. 15 gol,18 asistlik istatistikleriyle takımının bu sezonki UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğunun da mimarı oldu. Bu sezon Ramon Sanchez Pizjuan'da oynanan her maç öncesinde ismi anons edildiğinde tribünlerin "Ole" nidalarıyla selamladığı Ivan için söylenecek fazla bir şey yok. Oynadığı her maçta taraftarın kalbini kazanmaya, bundan sonra da Şair Ivan olarak şiir gibi oynamaya devam edecektir.
"Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
Korkunç Ivan'ın 1584 yılındaki ölümünden yaklaşık 400 sene sonra Avrupa'nın sancılarının yeniden artmaya başladığı bir dönemde Avrupa'nın kasası olarak bilinen İsviçre'nin Rheinfalden şehrinde bir başka Ivan dünyaya gelir. Henüz çocukluğunda insanlık tarihinin en sancılı ayrılığını uzaktan izler. Bu ayrılık herhangi iki ebeveynin ayrılığına benzememektedir. Aksine yıllardır süren zoraki bir evliliğin kanlı bir ayrılığıdır. İnsanlar ölmekte, katliamlar yapılmakta ancak hiçbir suçlu cezasını çekmemektedir. Efsanevi futbolcu Zvonimir Boban'ın efsanevi isyanı gerçekleştiğinde iki yaşındadır küçük Ivan. Ancak yıllarca konuşulmaya devam edecek olan bu olaydan etkilenmiştir. Yönü ise artık nettir. Hayal, peşinden koşulmaya müsaittir.
Doksanların ikinci yarısı... Basel'de, kenarına köşesine çevresindeki ağaçların gölgesi düşen bir futbol sahası... Sarışın ve sıska bir çocuk, bir gün önce direğe nişanladığı topu onlarca kez boş kaleye atma çabasında. Saha kenarında ise bir çift göz... Çocuğu takip ederken derin düşüncelere dalmakta. Az bir zaman sonra sesleniyor çocuğa. Çocuk dönüyor ve bakıyor. Morali ise bozulmuş gibi duruyor. Yaklaşıyor. Endişesi sorusuna yansıyor:"Dünkü maçta atamadığım golden dolayı kızmadınız değil mi ?". "Hayır" diyor o bir çift gözün sahibi, "Altı üstü adi bir maçtı.Ama sen, ileride adi bir maçta gol atmaktan kat kat daha fazlasını yapabilirsin." diyor.Ardından tebessüm ediyor. ve çocuğun saçlarını okşuyor. Çocuğun yüzünde ise mahcup bir gülümseme. Teşekkür edip, evinin yolunun tutuyor.
Yıl 2008, aylardan haziran. Avusturya'nın medar-ı iftiharı Ernst Happel'in adının verildiği stadyum... Tribünlerde binlerce insan yürekleri ağızlarında, sahada fırfır dönen, durmadan koşan, ter döken 22 futbolcuyu izlemektedirler. Mavi formalılar, kırmızı formalılar karşısında bariz üstünlük kurmaktadırlar. Ancak istenen gol normal sürede gelmez ve maç uzar. Uzatma devresi de golsüz bitecek derken kırmızılıların Barcelona'da oynamış tecrübeli kalecisinin büyük hatasıyla mavililer golü bulur. Dakikalar 120'yi göstermektedir. Mavililer çılgınca sevinmekte,kırmızılılar ise derin bir üzüntü duymaktadırlar. Maçın dördüncü hakemi o sırada son uzatma devresine eklenen bir dakikayı anons etmektedir. Artık her şey neredeyse bitmiştir. Mavililer kazanmıştır maçı. Fakat futbol sadece uzatmalı tam 120 dakikanın oyunu değil, uzatmaya eklenen +1'lerin de oyunudur. Kırmızılıların tecrübeli kalecisi kendi yarı alanlarında kazanılan serbest vuruşla oyunu başlatır. Top havada süzülüp yavaş yavaş yere inmektedir. Top ilk savunma hattını geçer. Ardından kırmızılıların forveti topu çok zor kontrol ederr ve belki de kariyerinin en zor vuruşunu yapar ters ayağıyla. Ve bir bomba etkisi... Mavililerin kalecisi kıpırdayamaz bile. Top ağlarla buluşur. Maç tekrar eşitlenmiştir. Bir dakika önce gol sevincini yaşayan mavililer şimdi moralmen dibe çökmüştür. Başka atağa izin vermez hakem. Düdüğü çalar ve penaltılara gidileceğini ilan eder.
Mutluluğa 11 metre uzaklıktaki noktaya "penaltı" der futbol tanrıları. Bir nevi sırat köprüsüdür o 11 metre. Günahı fazla olanın değil, konsantre olamayanın geçemeyeceği o köprü mavililer ve kırmızılılar arasında kurulmuştur tekrar. Kırmızılılar attıkları son golün de moraliyle penaltıları gole çevirmiştir. Mavililerde ise bir penaltı kaçmıştır. Üçüncü penaltılar atılacaktır. Yıllar önce hocasının deyimiyle adi bir maçta golü kaçıran küçük çocuk bu sefer Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde penaltı denen sırat köprüsündedir. Adımlamaya başlar, topa vurur. Ancak futbol dramın bol olduğu bir oyundur. Bu köprüden Baggio'lar, Zico'lar bile zamanında geçememiştir. Küçük çocuk da geçemez, topu dışarı atar.Sonraki penaltılar da malumun ilamıdır. Mavililer tarihin dramatik yenilgilerinden birini tadarlar. Kırmızılılar ise buradan yarı finale yürür.
Ivan hayal kırıklığı ile geçen o yazdan sonra Almanya'nın en sıkı rekabetlerinden birinin yaşandığı Ruhr'a geri döner. Gelsenkirchen'in Dortmund ile olan rekabetinde tecrübe edinir. Kendisi gibi genç oyuncularla ve dünyanın saygısını kazanmış oyuncularla bir arada oynar. Farfan'ın koşu yoluna pas atar, Raul ile verkaç yapar. Neuer'e şut çeker. Sonuç olarak bir genç futbolcunun ihtiyaç duyduğu her şeyden faydalanır. Ancak 2011'de sözleşmesi konusunda yönetimle anlaşamayınca resti çeker ve bavulunu toplayıp uzaklara gider.
Bu sefer durağı Yahya Kemal'in adını eserine verdiği Endülüs'tür. 2011'in Ocak ayında geldiği Sevilla şehrine uyum sağlaması biraz zaman alır. Skora katkısı fazla olmasa da oyunu yönlendirmesi ve hareketleriyle net bir profil koyar ortaya. Sevilla kulübünün tasarruf devri anlayışı içerisinde takıma para kazandırarak giden Navas, Negredo, Kondogbia ve Medel; yüksek maaşları nedeniyle takımdan ayrılan Kanoute, Fabiano, Romaric gibi isimlerin ardından takımda liderlik görevini devralır ve kaptanlığı da üstlenir.
Geride bırakalı çok olmayan 2013-2014 sezonunda ise deyim yerindeyse "şiir gibi oynadı" Ivan. Takımını bir maestro gibi yönetti. Saha kenarındaki asıl yönetici Unai Emery'nin sahadaki gölgesi oldu. Ceza sahasında can havliyle top kesen oyuncu da oldu, attığı ara pasla takım arkadaşını golle buluşturan oyuncu da. Sonuçta gerçekten bir maestro olduğunu gösterdi. Oyun görüşüyle, paslarıyla, özellikle bu sezon ölümcül hale gelen şutlarıyla, duran top becerisiyle muazzam bir örnek teşkil etti. 15 gol,18 asistlik istatistikleriyle takımının bu sezonki UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğunun da mimarı oldu. Bu sezon Ramon Sanchez Pizjuan'da oynanan her maç öncesinde ismi anons edildiğinde tribünlerin "Ole" nidalarıyla selamladığı Ivan için söylenecek fazla bir şey yok. Oynadığı her maçta taraftarın kalbini kazanmaya, bundan sonra da Şair Ivan olarak şiir gibi oynamaya devam edecektir.
"Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Ole!" "
9 Haziran 2014 Pazartesi
GERİ DÖNERKEN...
Futbol tarihinde çok önemli bir yer kaplar geri dönüşler. Umutların bittiği yerde mucizelerin başlattığı çok özel anlardır onlar. Bu sebeple ki hiç unutulmazlar. 2008'deki Türk Milli Takımı'nın İsviçre,Çek Cumhuriyeti ve özellikle Hırvatistan maçlarındaki geri dönüşleri, Manchester United'ın 1999'daki Şampiyonlar Ligi finali geri dönüşü, Manchester'ın mavisi City'nin Queens Park Rangers maçındaki şampiyonluk dönüşü en çok akıllarda kalanlardan...
Blogda neredeyse bir senedir de yeni yazı yoktu maalesef. Thierry Henry'nin İrlanda'yı 2010 Dünya Kupası'ndan eden "emek hırsızlığı" misali bir terslik oldu ve blog yalnız kaldı. Ardından da yeni yazılar için bir boşluk oluştu ve en azından bir yerden başlamak ve devam etmek düşüncesi ile bu yazı oluştu.
Sezonun takımı, sezonun oyuncusu, sezonun teknik adamı, artık başlamasına iki gün olan 2014 Dünya Kupası, sezon içinde gidenler-gelenler ve olanlar-bitenler... Hepsinin şu iki-üç gün içinde blogda olacağı ise önemli bir temenni.
Geri dönüş, İstanbul'daki unutulmaz finalin kazananı Liverpool gibi olsun.
Blogda neredeyse bir senedir de yeni yazı yoktu maalesef. Thierry Henry'nin İrlanda'yı 2010 Dünya Kupası'ndan eden "emek hırsızlığı" misali bir terslik oldu ve blog yalnız kaldı. Ardından da yeni yazılar için bir boşluk oluştu ve en azından bir yerden başlamak ve devam etmek düşüncesi ile bu yazı oluştu.
Sezonun takımı, sezonun oyuncusu, sezonun teknik adamı, artık başlamasına iki gün olan 2014 Dünya Kupası, sezon içinde gidenler-gelenler ve olanlar-bitenler... Hepsinin şu iki-üç gün içinde blogda olacağı ise önemli bir temenni.
Geri dönüş, İstanbul'daki unutulmaz finalin kazananı Liverpool gibi olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)